Lohusalığa Giriş 102

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, bebek
                                                     Fotoğraf: Sadan Ekdemir
Kaç zamandır yazmak istiyorum, kısmet bugüneymiş. Uzunun kısası, ikinci kez anne oldum, bir Kurabiye Çocuk ' um vardı. Şimdi iki ettiler,  o yüzden başka türlü bir yere başka şeyler yazmak istedim. Neden mi yazıyorum, yazmak beni iyileştiriyor, hem daha iyi biri yapıyor, hem ruhuma iyi geliyor, hem yaralarımı hafifletiyor. O yüzden, yazıyorum, elim erip gözüm gördüğünce. Yazmak beni bana ve okuyan sana duyuracak, görünür kılacak.

İkinci kez anne olunca, her şey daha kolay olur dediler. Bana sorsalar, olmadı. Daha kolay olan yanları var tabi, ama evde bir çocuk daha varken; her şey hiç ama hiç hesap edemediğiniz kadar karışıyor, bunu böyle diyen olmadı. Ya da dediler, ben duymadım, inanmadım.

İki çocuğun ekstra zorluğu değil kastım, iki çocuğun psikolojik olarak beni ya da her anneyi dağıtan yanına halen adapte olamadım. "Yeteri kadar iyi" anne olmak diye bir tabir var ya, hani "en iyisi" olmaya çalışma, "yeteri kadar iyi" ol yeter diye. İşte o "yeteri kadar"ı bile olamama hissi sürekli... Ne yapsam, ya birinciden ya ikinciden çalıyor gibi hissediyorum. Hangisini öpüp koklasam, diğerine ihanet gibi. İkincinin bu ilk hallerini unutmuşum, onu henüz sevip sevmediğimden bile emin olamıyorum- ne yaman bir itiraftır değil mi, ama okudum gördüm, bunu böyle açıklıkla söyleyebilen anneler var, ben de diyebilirim dedim o yüzden.

Sevgi emek istiyor, sevgi yaşantılar, anılar, sarılmalar, ağlamalar arttıkça demleniyor. Birincinin ilk zamanlarında da böyle olduğumu hatırlatıyorum kendime. İçim en çok ne zaman dağlanıyor, birinci "anne anne anne" diye ağladığında ama ikinciyi emzirdiğim için birincinin yanına gidemediğimde, ağlamaktan boğazı şişip yüzü gözü sümük ve gözyaşı olduğunda. Sonra ikinciyi usulca yatağına bırakıp, ondan özür dileyip, ondan yardım dilenip, birincinin boynuna sarılıyorum göz yaşlarımla. "Seni çok seviyorum, bunu sakın unutma" diyorum. O da göz yaşlarıyla boynuma sarıyor kollarını ve "ben de seni çot seviyolum" diyor.

İşte o zamanlarda ben darmadağın oluyorum. Üç yaşındaki bir çocuğun bunları yaşamasına gerek var mıydı diyorum. Bu ikinci neyin kimin bencilliği, düşüncesizliği diyorum. Sonra bir başka yazı diyor ki, yenidoğan bebeklerin güven duygusuna ihtiyacı vardır, sevildiğini kollandığını hissetmek için kucak ister diyor. Gözü kapalı pıtırcık kucağımda sakinlediğinde, yeniden dağılıyorum. Birinciyi üzdüğüm yetmiyor gibi, ikinciyi sevdiğimi adam gibi henüz hissedemediğim ve belki de hissettiremediğim için mahvoluyorum. Sonra yeniden dolan gözlerimle- ah bu lohusa kafası- öpücük konduruyorum yanağına. Tüm gün onu öpmediğimi, ne zaman uyuyacak acaba da gidip şu şu işi halledicem birinci uyanmadan/okuldan gelmeden dediğimi farkediyorum. O öpücükle derin bi nefes alıyor bazen, ya da gülümsüyor kapalı gözleri ve aralık dudaklarıyla. Ben ve lohusa kafam yine salya sümük oluyoruz o zaman....

Benim yirmi küsür günlük ikinci lohusalık serüvenimin özeti tam yukarıdaki gibi...

Ama biliyorum ki bu sayfalara yazdığım şeylerin duygusu çok değişecek kısa zaman içinde. Yaşadım ordan biliyorum, ama ne kadar yaşasan da, insan kendini de biliyorsa biraz, burada düşülecek yer var bak, dikkat et de bu defa düşme desem de, babalar gibi analar gibi düşüyorum orda yeniden aynı kalça kemiği üzerine.

Ve son bir anektod, dün akşam ikinci ağlarken, birinci onun yanına gidip, o ağladığında benim dediklerimi kardeşine demeye başladı- ağlarken beni duyduğunu, anladığını bilmiyormuşum ben- "Ağlama ben burdayım, yanındayım, ağlama" dedi uzun uzun. Ve evet, o zama ben yine ağladım. Hayat boyu birbirlerinin ve benim yanımda olmaları arzusuyla, hepimizin yolu açık, aydınlık olsun...

Yorumlar