Pazar Sabahları



Bu benim. Pazar sabah kahvaltı sofrasında. Gece nasıl geçmiş olursa olsun, sabahların insanı kucaklayan bir yanı yok mu, var kesinlikle. Güzel müzik, baba elinden yumurta, uyuyarak bize kıyak geçen kız, müzikle dans ederek ve yediğimiz şeylere neşe içinde sulanan abi, süt yapıcı helvalarımı parmaklarını yalaya yalaya yiyen dünya tatlısı abi... Yorgunluktan zayıflamış ben, zayıfladıkça yüzü gözü ortaya çıkmış ben...

Daha çok ama çok şey diyesim var aslında ama seçici olup, yazının sizlere nasıl bir duygu geçireceğinden emin olmak istiyorum aslında. Ana problemim bu işte benim, ve bu lohusalıkta da yakaladı beni, hırpaladı durdu. Artık düşmanımı tanıyorum, ama henüz nasıl alt edeceğimi bilemiyorum. Her şeyi kontrol edebilirim, dahası etmeliyim sanıyorum. Olmuyorsa bir şey, kesin ben kontrol edemediğimden olmuyordur diyorum. Hani işyerinde müdürlüğümü aldılar ya elimden gider ayak, o bile kesin ben bişileri güzel kontrol edemediğimdendir diyorum.

Kız ağlıyor, kesin ben susturamadığımdan diyorum. Oğlan yemeğini yemiyor, kesin ben yediremediğimden, hele ben yaptıysam, kesin ben yapamadığımdan diyorum. Bir düşüğüm vardı yıllar önce, ve o düşükten çok sene önce bir terapistle konuşuyorduk hamile kalmak üzerine. Kadına demiştim ki, hamile kalsam tuvalette falan rahat edemem ben. Neden, dedi. Tuvalette ıkınsam falan düşürürüm tutamam diye tedirgin olurum çocuğu dedim. Kadın afalladı, çocuğu bile sizin düşürmenizden bahsediyorsunuz farkında mısınız,dedi. Çocuğun düşeceği varsa düşer, düşüğü sandığınız gibi tuvalette ve kendi kontrolünüzle yapamazsınız dedi. Düşecek çocuğu tutmaktan bahsediyorsunuz, tutamazsınız, dedi. Ve yıllar sonra düşük yaptım ben, ve pat diye evet. Gün ortası kendiliğinden, benim kafamdan kaynar sular dökerek tabi. 10 haftalık bebeğimi kaybettim.

Neden anlattım bunu, her şeyi kendime değdirmekten, her şeyi benden bilmekten çok yoruldum. Hele ikinci çocukla evde kendi kendime aldığım ödevlerden, sorumluluklardan, başarı ve başarısızlık hesaplarından çok  yoruldum. Emerken uyayacak mı, doyacak mı, doyurabilecek miyim, uyutabilecek miyim diye düşünmekten, anne "anne anne" diye ağlarken kalbini kırmamayı başarabilecek miyim diye düşünmekten yoruldum. 

Sonra bir yazı okudum geçen gün, bebeklerin ne kadar zeki olduğundan bahsediyordu. Bir memeyi nasıl sağacağını, nasıl ağzını şapırdatacağını, ne zaman uyuyacağını ve acıkınca nasıl uyanacağını ihtiyaçlarını ve onlara nasıl erişeceğini ne kadar iyi bildiklerini, bizim sadece onları izlememiz gerektiğini söylüyordu. Ben de o gözle bakmaya başladım kızıma -her şey ikinci kez olsa da popo yere ilk defa çakılır gibi çarpıyor demiştim sevgili tek çocuklular- Baktım ki benim tedirginliklerim bir bana, herkes kendi hesabını, arzularını gayet iyi biliyor aslında. Herkes kendini yürütüyor yolda. Benim ona buna yetme, ona buna yön verme, ondan bundan nem kapma, sebeplenme huyum bir sökülse çıksa içimden, o kadar kolaylaşacak ki her şey. Kimsenin aslında benden istemediği kadar yük alıyorum omuzlarıma, sonra su kaynatıyorum çokca. 

Kızı hırpalıyorum kucağımda uyumuyor diye, ince çığlığıyla anlıyorum canını yaktığımı, delice özür diliyorum sonra.

Kocamı hırpalıyorum bişileri bulamadığında dediğim yerde, ama çok kırıcı bir dille. Geçen aynı dille aynı şeyleri dedi bana. O kadar çirkin geliyormuş ki kulağa, ömrüm boyunca bir daha demeyeceğim o kelimeleri kimselere.

Oğlanı hırpalıyorum, sırf kız içerde süt diye ağlarken "seninle uyumak istiyorum" dedi diye. Ya da yatağına su döktü diye. "İçemiyorsun bu bardaktan sen" dedim kükreyerek geçen gece. O da efelendi bana "evet içemiyorum, neden veriyorsun o zaman bu bardakta" dedi. Boyu devrilesice kadın. Üç yaşında çocuğun ağzından bunları duymak. Sonra, sonra "dur sana bir sarılayım kocaman" demesi. Ertesi gün suyu dökmeden içtiğinde, aynen şunları demesi "bak dökmedim, anne de kızmadı, bu harika!"

Sonra delirdiğim anlarda mutlu yüzlü kocamın, bana kocaman sarılıp, ben ağlarken, ben bağırırken, ben kızı fırlatmak isterken bana sarılıp, ben oğlana bağırmışken bana sarılıp "hepimiz seni çok seviyoruz" demesi. Bazen, neye ihtiyacımız olduğunu ve neyin bizi ne kadar iyi edeceğini bilemiyoruz.

Derin tecrübeyle sabittir ki, bir sarılışın bir sevgi sözcüğünün, ama özellikle böyle aniden geliveren- bu sabah 6da oğlanın odaya gelip sarılıp "seni çok seviyolum anne" demesi gibi- eritemeyeceği bir mutsuzluk yok gibi geliyor bana...

O yüzden, pazar sabahları, sizi ne iyi ediyorsa o yakınınızda olsun ve kıymetini bilin. Bazen bir beş dakikanın, bazen sadece bir an'ın nasıl günlerce, aylarca, bazen yıllarca hatırlanacağını kestiremiyor insan...

Yorumlar

Yorum Gönder