Mucizelere inanmak

17 Kasım Dünya Prematüre Günü'nü bu yıl artık ben de kutlayabilirim dedim. Gündelik hayatta çoğu zaman unutsam da, bir prematüre annesiyim, bu zorlu ve oldukça tuhaf yolculuktan kendime birçok acı tatlı şey kattım.

İlk fotoğraf, sevgili Kurabiye'm Özgür'üm doğduktan tam 2 ay geçtikten sonra çekilmiş, daha öncesine ait tek kare fotoğraf yok. Ben izin vermemişim kimsenin çekmesine, çekilenler ricamla silinmiş tüm kaynaklardan. Kimsenin pancar gibi bir et parçasına telefonlarını uzatıp çekmesine razı olmamış içim. Onu öyle anmak, öyle eve götürmek hiç istemedim. O halin başka bir hale dönüşeceğine, dönüşüm sürecindeki bir kozanın hiç şahitlik etmeye hakkımız olmayan bir dönemine bakmakta olduğumuzu düşünüyordum. "Gerçeklik" o hal değildi benim için. O "geçici" bir zaman dilimiydi ve yarın öbürgün büyüdüğünde, "bak sen böyleydin naber?" diyeceğimiz hal, o pancar parçası ayak parmakları olmamalıydı.

Altındaki bez prematüre bebek bezi, o kukla bacaklarına bol gelen bez, üretilen en küçük bez. Zor muydu, evet çok zordu sanırım. Ama tuhaf bir dirayetti her birimiz için, ağlama krizlerimiz oldu mu, oldu tabi. Ama her öğlen büyük bir mutlulukla gittik hastaneye, onun yanına, uzaktan yarım saat görmek için. Doğumu nasıl şok ettiyse, hastanedeki dirayeti o kadar güçlendirdi her birimizi. Ciğer solunumu yapamadığı için ağlamadan doğan bir bebeğin, her gün birkaç milim süt içerek hayata tutunması, kendine ciğer, kendine beyin ve kalp vermesi yavaş yavaş...

Ama asıl diyeceklerim bunlar değil. Ben o günlerin birinde başlamıştım Kurabiye Çocuk blogunu yazmaya. Beni aklı selim yaşama en sıkı bağlayan şeylerden biriydi o blog. Çünkü Özgür'ün çıkıp yazdıklarımı okuyabileceği fikrini, diri tutuyordu zihnimde. Onun hiç bilemeyeceği şeyleri, onun için bir yerde biriktiriyor olmak, bir yandan da en yakın bildiklerimin bu günlüğe şahitlik ettiğini bilmek, "çoğaltıyordu" beni garip bir şekilde.

Devam etmekte olduğum Profesyonel Koçluk Eğitimi'nde duyduğum bir gerçek çok iyi geldi bana; beyin gerçekle hayali ayırd edemiyormuş aslında.  Bir hayale gerçekten çok inanırsanız, onu gerçek gibi hayal ederseniz, beyin onu gerçek sanıyormuş. Bazı spor ve sanat dallarında, sporcu ya da sanatçının, yapmadan önce hayal etmesi, zihninde defalarca hayali canlandırması, gerçekten yapmaya başladığında çok kolaylaştırabiliyormuş işini. Çünkü beyin zaten defalarca tekrarlanan bir şeyi yeniden yaptığını sanıyormuş. Benim o blogu yazarken yaptığım da benzer bir çaba ve inançtı, şimdi daha iyi anlıyorum. Özgür'ün hastaneden çıkacağını ve beni okuduğunu bu kadar güçlü hayal etmemdi her yazıda.

O şimdi dört yaşında, ve bir kaydırağa ters tarafından çıkamadığında çok sinirleniyor. Onu sakinleştirip "kendini o kaydırağın tepesinde hayal et şimdi" diyorum, "tırmanıp oraya vardığını hayal et, ama çok güzel hayal et, olur mu" diyorum. Yine deniyor yine olmuyor, ama yine denediğinde bu sefer oluyor. Yüzündeki coşku ve sevinç, ellerim patlayana kadar onu alkışlamamla birleşiyor...

Çok sevdiğim bir arkadaşımın sözü çınlıyor kulaklarımda, bambaşka şeylerden ümitsizliğe kapıldığım bir gün söylemişti usulca "Mucizelere inanmak istiyorsan, dönüp Özgür'e bakmalısın sen, hayatın boyunca" diye... Mucizeler her yanımızda belki de gerçekten, her şey bir hayalin güzelliğiyle başlıyorsa, hayal kurmayı  her gün yeniden öğrenmemiz gerekiyor.

Dünya Prematüre Günü, bunu içinde hisseden herkese kutlu olsun, anlam katsın, hayal kurabilme gücü versin...

Yorumlar