Yağ ve bal satmaya şükretmek

Şükretmenin şifalandırıcı, mest edici ve güç verici etkisini, dünya tatlısı bir kadından yakın zamanda yeniden duyduğumdan beri, birazcık daha farklı bakıyorum günüme.

Oğluma daha sık sarılıyorum, "ben çok şanslıyım, biliyor musun?" diyorum ona "senin gibi bir oğlum olduğu için" diyorum. Ki bu benim Amerika'yı keşfeden deyişlerimi annecim bana derdi küçücükken, bunu hatırlayıp küçülüveriyorum karşısında... Ne güzel bir ifade, ne güzel bir hatırlama ve kutlama, ve ne kadar hayatımızın ta içinden...

Kızımı da es geçmiyorum tabi, daha içime çekerek kokluyorum kucağıma alıp, ellerini daha sık tutuyorum ve uyuturken daha tuta tuta seviyorum ayaklarını... Ve daha çok güveniyorum ona gün geçtikçe, eline çatal kaşık veriyorum, yoğurdu kaşıkla, köfteyi çatalla yemeyi denemesine yoldaşlık ediyorum. Düşmesine de daha sık müsaade ediyorum, kalkabileceğini bildiğim ve onun da bunu bildiğini bildiğim için.

Şükür yemeklerinden birini yaptık dün gece. Hayatıma anlam ve renk katan dostları ağırladık en uzun gecede... Bazı zamanlar, uzayda asılı kalıyor gibi geliyor bana. Bazı güzellikler geçmiş ve gelecekten azad oluyor, onların tüm olayı "olmak" oluyor sonsuzlukta...Şükür öyle bir şey gibi geldi bana bu defa....

Günüme geceme, yolculuğuma eşlik eden, bana dokunan, dokunmama izin veren tüm insanlara şükrediyorum...

Evet çok sıkıcı bazen hayatın büyük kısmı, ama birisi bir sohbette bana lisedeki marangozluk dersinde öğrendiklerini anlattığında, içimde mani olamadığım bir heyecan doğuyor benim. Bahsettiğim uzayda asılı kalmayı daha derinde hissediyorum o an. O dersin de uzayda asılı kaldığını hayal ediyorum, yıllar öncesinden tak diye gelebilen ve güne karışabilen, ve bazen tüm yolculuğun yönünü tayin edebilen bir anı ya da yaşantı ya da köşebaşı olduğunu düşünüyorum...

Benim de çok sıkabiliyorlar evet canımı, ama masamda birileri "rüzgarın yönünü biz tayin edeceğiz artık" dedi mi birkaç kadehten sonra, içim ısınıyor benim. O sıkıcılık içinde bu güzellikler ve bu sofra iyi ki var diyorum, iyi ki tanımışım ve açabilmişim içimi diyorum, iyi ki "müsaitseniz size gelmek istiyorum" diyebilmişim diyorum.

Bu şükür öyle basit bir avuntu değil, ya da tozpembeleştirici bir uyuşturucu değil. Bu şükür, farketmeyi sağlıyor, bişiler seni boz bulanık bir şeylerin göbeğine çekerken, tam da o an belki de, "eldekiler"i bir gözden geçirmeni sağlıyor, çünkü o "eldekiler" bazen girdabın yönünü tamamen değiştirebiliyor. Sana bazen "hayır", bazense "evet tabi!" deme gücü ve arzusu veriyor.

Tutup İzlanda'ya gidiyor misal bir ruh parçası, on günlüğüne, dünyanın hiç görmediği bir coğrafyasını görmeye gidiyor heyecan içinde, çünkü hayat çok kısa ve ruhumuzun bizden başka güvenecek kimsesi yok evet. Bir bize sığınıyor, ona inanmazsak, onu sarmazsak ve ona şükretmeyi fısıldayamazsak solmaktan ödü kopuyor. O yüzden, iyi ki biz gidemesek bile birileri gidiyor İzlanda'ya, sırf şaşırabilmek için belki de, hayret edebilmek için.

Rutin gece masalımızda bugün eskilerden bir oyundan bahsetmek istedim evvel zaman içinde... Dedim bu oyunun adı "Yağ Satarım Bağ Satarım"mış, yeryüzündeki tüm çocuklar bir daire olup yere otururlarmış... Dedim ve artık kendine beş yaş diyen mucize sözü aldı benden, evet dedi biri dolanıyor, mendil bırakıyor, sonra diğeri onu kovalıyor, dedi. Nassı yani? dedim. Nereden biliyorsun ki sen, şarkısı da var ki onun? dedim... Biliyormuş onu da, söyleyiverdi bana. Ama sen tüm bunları nasıl biliyorsun dedim.... Dört yaşındaki okulunda oynuyorlarmış öyle dedi bana....

O dört yaş okuluna sırf bu gece için bile nasıl şükrettim bugün... "Ben çok severdim o oyunu canımın içi, sırf benim sevdiğim bir oyunu oynamış olmana bugün nasıl sevindim bilemezsin" dedim. Bir şükür daha uçtu maviler giymiş çocukların olduğu gökyüzüme...

Elinizden tutan anılarınız, "iyi ki"lere ama hep "iyi ki"lere varan gülmeleriniz, göz yaşlarınız, iç çekmeleriniz bol olsun...

Yorumlar