Gezen ve Çizen Kadın: @BeyhanveSamir’in Beyhan’ı (Haziran '18- Blogcu Anne)

Sibel’in Söyleşileri‘nin ikincisi, benim de uzun zamandır uzaktan tanıdığım ve uzaktan tanınan bir kişi ne kadar çok sevilebilirse o kadar çok sevdiğim Beyhan Gültaşlar ile gerçekleşti.
Sibel de yaklaşık 5 yıldır tanıştığı Beyhan için aynı hisleri güdüyor olmalı ki şöyle diyor: “Beyhan’la sürekli görüşüyoruz diyemem, ama uzun aralarla da olsa her yazışma, konuşma ve görüşme bana hep aynı hissi veriyor; “bir tad damakta olma” hali… Her buluşmadan, aklımda yeni sorular ve fikirlerle ayrılıyorum, yaşama sevinci ve heyecanı veren insanlar vardır ya, işte onlardan biri benim için.”
Öyle gerçekten de, Beyhan’ın nasıl iyi hissettiren bir yaşam enerjisine sahip olduğunu anlamak için Instagram hesabına göz gezdirmek bile yeterli…
“Samir’i büyütürken, Samir’le büyüyen ve her defasında şaşırtan, heyecanlandıran kadın Beyhan. Ben tanıyorum ya, herkes tanısın, bu zevki tatsın istedim…” dedi Sibel, ve Beyhan’la söyleşti…
Beyhan’cığım seni biraz yakından tanıyalım, öncelikle Beyhan’ın anlamı nedir?
Bey+Han şeklinde bakıp bana erkek kadını koydular diye düşünmüştüm çocukken… Sonra çeşitli yerlerde anlamları çıktı karşıma; içidışı bir, içinde sır tutmayan kadın demekmiş.
Sen de bir annesin, senden daha güzel isimli bir oğlun var Samir… Ondan ve ilişkinizden biraz bahseder misin?
Samir beş senedir hayatımda ve son üç sene ise onunla baş başa yaşıyoruz. Biraz bu baş başalık nedeniyle biraz da her anne gibi içinde kaygılar da barındıran bir annelik yaşıyorum. Her anlamda yoğun bir üç sene oldu her ikimiz için de. Beraber çoğu zaman çok eğleniyoruz. “Unutmamalıyım bunları ve birileri tanık olmalı” derken sosyal medya girdi hayatımıza. Beraber gördüklerimizi, öğrendiklerimizi Instagram’da paylaşıyorum. Hesap ismini belirlerken üzerinde düşünmüş olmalıyım, Samir’in Annesi ya da Beyhan’ın Oğlu gibi olmayıp iki birey gibi varolmamız daha doğru gelmişti. Hesabı yazan, yöneten ben olacağım için Beyhan önce olmalı, Beyhan yok olmamalı diye düşünerek, @beyhanvesamir koydum adını. Benim annelik serüvenim gibi, çocuk da keşfederek yol alıyor kendi açısından ve ortaya bir ilişki çıkıyor. O ilişki işte Beyhan ve Samir’in ilişkisi oldu. Çocuk bir varlık ve onun büyümesine ben de tanıklık ediyorum, her şeyi ona ben öğretiyorum gibi bir durum yok, yani “öğreten” bir rolüm yok benim. Bu daha çok benim de tanıklık ettiğim ve parçası olduğum bir süreç, beraber öğreniyoruz.
Beraber en çok ne yapmaktan keyif alıyorsunuz?
Ben beraber çizim yapmaktan çok keyif alacağımızı düşünmüştüm, ancak öyle olmadı… Bebekliğinden itibaren buna kendimce yatırım yaptım; daha kırk günlükken, siyah beyaz tablolar dayadım burnuna, ünlü ressamların eserlerini siyah beyaz stilize edilmiş halleriyle poster haline getirdim, oraya buraya astım. İlk başta her şey yolunda gitti. İki yaş civarına kadar beraber karalamalar yaptık, ancak o yaştan sonra kalemi eline almadı resmen. Bu durum hep söylenirdi; “çocuk, önünde çizen (daha iyi çizen) bir figür gördüğünde çekilebilir” denir. Sanırım tam olarak bu oldu.
Ne yaptın?
Bu durumun değişmesini bekledim. Altı ay öncesine kadar bekliyordum. Bir süredir Samir’in dil olarak çizim dilini de kullandığını görüyorum ve mutluluktan çığlık atabilirim ama çaktırmıyorum.
Bir diğer hayalim ise beraber kitap okumaktı. Çocuk kitapları okumak benim özel ilgi alanım. Ev dolusu çocuk kitabım ile Samir’i bekliyordum ki Samir’in görsel ve işitsel iki uyaranı aynı anda almayı pek sevmediğini fark ettim. Işıklar ve görsel azaldığında, resimleri hayal etmeyi çok seviyor, ona kitaptaki görselleri anlatıyorum, masal gibi, ilham alarak. Bu oyunu çok seviyoruz, her gece oynuyoruz neredeyse. “Resim çizememece” diyorum ben yapamadığımız ama çok hayalini kurduğumuz aktivitemize…
Başka?Bir diğer çok sevdiği oyun Patafix (duvara kağıt yapıştırmak için kullandığımız malzeme), eline bir parça patafix alarak onları konuşturmaca oynamayı çok seviyor. Bu cümle hayatına patafix girmemiş insanlar için pek bir şey ifade edemeyecektir o yüzden evin muhtelif yerlerinde orama burama yapışan onlarca patafix parçasını anlatmam gerekiyor! Sanırım duyusal, dokunma ile rahatlama benzeri bir his veriyor bu malzeme Samir’e. Yaptığı şekilleri benzetme üzerinden sürekli değişen bir oyuncaklar (karakterler) tasarlamış oluyor. İnsanlık için küçük, değişimlere tahammülü olmayan bir çocuk için dev adım. Patafix’in Lego’nun yeni rakibi olduğunu düşünüyorum.
Gezgin bir annenin oğlu olarak gezmeyi o da seviyor mu?
Samir’in isminin bir sürü anlamı var bunlardan biri “iyi yol arkadaşı.” Yeri gelmişken diğer anlamlarını da söyleyim: benim ana dilim Arnavutça ve sa-mir, “çok iyi — so good” demek. Bunun dışında “meyve veren ağaç” gibi bir anlamı da var. Urban Dictionary’de “hoş vakit geçirilen kişi” diye okumuştum ve öyle olmasını da ummuştum. Samir gerçekten çok iyi bir yol arkadaşı. Sadece bir seyahatimiz çok zorluydu, o zaman bir yaşında bile değildi, İtalya’daydık ve rahatsızlandı. Astımı olduğunu orada öğrendik, öyle söyleyeyim. Ama o tatil de dahil olmak üzere tüm seyahatler çok kolay oluyor Samir’le. Dört yaşındayken bilmem kaç aktarmalı Singapur yolculuğumuz var mesela, halen anıyor onu, bana sık sık “Singapur’da şimdi saat kaç?”diye soruyor. Oradan Malezya’ya geçmiştik bir gece, yolculukta uyuyup yeni bir yere inmek ona çok heyecan veriyor. Samir’le yapmayı en sevdiğim şey diyemem ama beraber en kolay yaptığımız şey seyahat etmek.
Blogcu Anne’deki bir yazımda “Dönebilmek için gidebilmem gerek” demiştim. Sana da çok yakın gelmişti bu ifade yanılmıyorsam, öyle mi?
Samir’den önceki hayatımda, buna çok benzeyen cümle kurmuştum, biraz sınır tanımayan çocuk gibiymişim sanırım. Bir ortadan kaybolayım, annemler meraklansın, eski eşim meraklansın diye düşünürdüm. Tek başıma Güney Amerika’ya, Bolivya’ya, La Paz’a, Vietnam’a gitmiştim. İçimde çok derinlerde uzaklara gitme dürtüsü yakıcı bir biçimde hep vardı, bu konudan en büyük desteği babamdan gördüm, beni bu konuda hep cesaretlendirdi. Beş kardeş beraber büyümüştük evde ve ben eşyaları dedesinin bavulunun içinde duran bir çocuktum. Ben hep gidebilirim hissi çok güzeldi benim için.
“Gidebilme hissi” evlendikten sonra değişti mi peki?
Evlendikten sonra da bu aynı şekilde devam etti, bazen her şeyden çok sıkıldığım dönemlerde gitmem gerektiğini hissettim ve gittim her defasında, gittiğim zaman kendimi rahatlamış hissediyordum. Gezmek benim için bir tutku haline gelmişti, yürüyerek sokaklarda olmak… Ben bir yere gitmiyorum, yürümeye gidiyorum diye ifade ediyordum durumumu. Çok özlemek ve çok özlenmek istiyormuşum aslında, o sıkıldığım şey her neyse ona yeniden dayanabilecek kadar hırpalanmak istiyormuşum. Eve dönünce yemekler yapıcam, eve dönünce renkli kalemler kullanıcam (çizimleri hep siyah beyaz kalemlerle yapıyorum, renkli kalemlere de hep niyet ediyorum ancak hiç gerçekleştiremiyorum). Benim dönebilmem için, gitmem lazım, bence aynı duyguyla ifade edilmiş bir cümleydi seninle.
Peki Samir sonrası değişti mi duygular?
Artık Samir var, ve onsuz gitmek saçma geliyor. Şu anki Samir’le hayatımız sürekli gezmeli değil, bir evin içinde geçiyor çoğu zaman, bazen ekmek almaya bile gitmek istemiyor, misal “Yorgunum ben” diyor, beş yaşındaki bir çocuk yorgunum diyor, ben de öyleyim biraz. Hem özgür olmak istiyorum, hem de bir şeyleri onunla yaparsam çok daha renkli olabileceğini düşünüyorum, bu da anneliğin açmazlarından biri sanırım. Tek başıma yaptığım seyahatlerde hep bu duyguyu yaşadım, “Samir’le olmalıydı” duygusunu. Tüm bunlar şu ara “bağlanma” konusuyla daha yakından ilgilenmeme vesile oldu, bir “kopamama” durumu mu yaşıyoruz bunu anlayıp, kendimi terbiye etmeye çalışıyorum.
Şu an birçok işi eş zamanlı götürüyorsun, bunlar içinde ruhuna en çok hitap edenleri kısaca anlatır mısın bize?
Eş zamanlı üç işe bölünmüş durumdayım. Meşe Palamudu Anaokulu’nda gözlemler yapıyorum, bir yandan özel bir firma için mimari çizimler yapıyorum, başka bir firma için de bir nevi danışmanlık yapıyorum. Aslında ilk bahsettiğim ve son bahsettiğim işte yaptıklarım birbirine benziyor bazı açılardan. Birinde çocuklarla, birindeyse yetişkin bir grupla beraber çalışıp, onların davranışlarını ve söyleyişlerini gözlemleyip yorumlamaya, olayları algılama şekillerini yorumlamaya çalışıyorum. Onları daha iyi anlamaya ve kendilerine onları daha iyi anlatmaya çalışıyorum.
Çocuklarla çalışmak nasıl?Tabii ki çok keyifli ve sanırım şanslıyım, benim çalıştığım bu alan boşmuş. Yani farklı bir disiplinden, ağırlıklı olarak mimariden gelen birinin; öğretmenler ve psikologlarla beraber, çocukların somut davranışları ve söyleyişleri son derece detaylı incelenerek orada aslında ne oluyor’a bakmak. Mimarlık en çok duymayla, dinlemeyle yapılan bir iş bence; isteneni duyarak çok iyi anlamak ve ihtiyaca hitap edecek çözümü sunmak. Bu duyma, anlama görüsünü çocuklar üzerinde kullanmış oluyorum bir yerde.
Çocuklarla yaptığın işi biraz daha açar mısın daha iyi anlayabilmemiz için?
“Making learning visible” diye bir kavram var. Yani seçtiği kelimelerden, hallerinden çocuk böyle düşünüyor’u çıkartabilmek. Bu parçaları birleştirebilmek, benim hayatta en sevdiğim şey. Tabii bu, ailelerden, öğretmenlerden ve psikologlardan destek alarak yapabileceğim bir şey.
Süreç nasıl ilerliyor peki?
Öğretmenler gözlem yaparak dökümantasyon yapıyorlar, ben neyi toplayacaklarına dair eğitim veriyorum. Toplanan tüm bilgileri her hafta değerlendiriyoruz, görsel yollarla da fotoğraflar, videoları da inceliyoruz. Her çocuk için ayrı ayrı yapıyoruz bu işi. Tüm bağlantıları tek tek birleştirerek bir bütüne varmaya çalışıyoruz. Çocuk o anda, o bakışta, o cümlede aslında şunu demek istedi, ya da şunu göstermiş oldu gibi bir sonuca varıyoruz. Doğayla olan ilişkilerini bile gözlemleyebiliyoruz. O ağacı neden seçti, seçtiği ağaçla ilişkisi nasıl, mevsimler değişirken neler değişiyor, o ağaca nasıl dokunuyor, o ağacı nasıl çiziyor. Bazen bir çocuk o ağacı bir tarafında bir çıkıntı ile çiziyor, anlatırken “bu, ağacın poposu” diyor. Tüm çizimleri bu şekilde yapıyor. Bunu derken kendi poposuna mı baktı, bunu ne zaman dedi gibi. Eksik olabilir, ama önemli olan bunun yakalanması. O çocuk, ağacı kilden yaparken yine bir yerini “poposu” olarak çiziyor ya da “bu da kakası” diyor…Ve incelediğimizde görüyoruz ki, tuvalet konusunda önceki dönemde bir zorlanma yaşamış. Bu tespitleri aile ile de paylaşıyoruz, zaten onlarla biraraya gelerek bu sonuçlara varıyoruz.
Çocuk eğitimi açısından yeni yaklaşımlar var, sanıyorum çocuğa en çok yaratıcılık sağlayanı Reggio diyebiliriz, senin Reggio deneyimini aktarır mısın bize?
İsimlendirmelerin çok doğru olmadığını düşünüyorum çünkü layığıyla yapılamıyor ne yazık ki. Aslolan, çocuğu duymak ve ona alan açmak bence. Çocuğu bir kalıba sokmamak gerektiğini ve bunu bir sistematiğe oturtmadıkça da bunun eğitim olamayacağını anladım. Muhtemelen benim gibi çalışanlar var ancak biz birbirimizi bulamıyoruz ve kendimi bu alanda yalnız hissediyorum.
Yoklukla alan açmak arasında ciddi bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Yokluk varsa alan da var bir şeyler yapabilmek için… Diyarbakır Silvan’da bir öğretmenle tanıştım sosyal medya üzerinden, çocuklar okula gelsin diye gitarını okula getiren, çocukların bunu deneyimlemesini, hatta bazen gitarı eve götürmesini destekleyen bir öğretmen. Konuşurken ona, sen bunu yaygınlaştırmak mı istiyorsun dedim, orada birkaç gitar bulmuş kısıtlı imkanlarla, istersen ben duyurayım dedim. On beş gitar alabilmek için bir duyuru yaptım, çok kısa sürede ihtiyacı topladık.
Orada ilk başta sadece bir çocuğa değiyor, tüm deneyiminde çocuk olduğu gibi, kendi halinde var oluyor, keşfediyor. Öğretmen durumu gözlemliyor, çevreyle ilişki içinde süreci izliyor, çocukların öğrenme süreçlerini videoya çekiyor, yani dokümante ediyor. Sonrasında beni de çocuklarla farklı ortamlarda buluşturdu, bana uzun uzun mektuplar yazdılar, ben de onlara videolar çektim gönderdim. Bu minik deneyimde bile Reggio yaklaşımının izlerini görebilmek mümkün.
Sence Samir’le en zorlandığınız dönem hangisiydi?
Bir zor dönem biter, diğeri gelir. Büyümek böyle bir şey… Sanırım anne baba ayrılığı her çocuk gibi Samir için de zor.
Nasıl atlattınız?Şimdi beş yaşında, ayrıldığımızda iki yaşındaydı ve o zamandan beri ikimiz beraber yaşıyoruz. Artık babayla aynı evde olmadığımızı anlamış durumda, ancak iletişimimizi maksimumda istiyor. Mesela bu seneki doğum günü kutlamaları onu çok heyecanlandırdı ve her birimizin tam olarak nerede nasıl duracağını, sırasıyla neler yapacağımızı çizerek verdi bize. Anılarda eskiyi bir şekilde hatırlıyor ve bazen “Bir ara hepimiz bir aradaydık” dediği oluyor. Kendim de yaşanan her şeyle tamamen halleşip, olan her şeye sünger çekip normalleşiyorum, Samir da durumu kabul etmiş durumda ve neden böyle olduğunu anlıyor.
Ayrılık haberini Samir’e nasıl vermiştin?
Samir’e ayrılığı anlatırken ne yapacağımı bilememiştim. Okuduğum kitaplardan birinde “Duygularınızı saklamayın” gibi bir şeyler okumuştum. İnsan içi dalgalanıp ne yapacağını bilemediğinde kitaplara sarılıyor ya, içsel ve kendiliğinden çözemiyor hani, tam bu olmuştu. Kırgınlığımı saklamayıp, olan biteni ona çok sevdiğimiz bir kitapla anlatmıştım. Oliver Jeffers’in “The heart in the Bottle” kitabında, babasını kaybeden bir kız üzüntüye dayanamıyor ve daha fazla üzülmemek için kalbini çıkarıp bir şişeye koyuyor. Ancak kalbi olmayınca hayattan tad almamaya başlıyor ve kalbini şişeden geri çıkarmak istiyor ve bir türlü çıkaramıyor. Sonra babasıyla hep gittikleri bir kumsala gidiyor orada bir kız çocuğuyla karşılaşıyor-bunun kendi çocukluğu olduğunu da düşünebiliriz. Sonra kız yardım ediyor, ve kalbi şişeden pıt diye çıkarıp çocuğa veriyor. Samir’e bu kitabı da hatırlatarak ayrılığı/kırgınlığımı “O kitaptaki gibi kalbim kırıldı, ve kalbimi şişeye koydum ben de” diyerek anlatmıştım, aslında böyle yapınca bilmeden somutlaştırmışım durumu, en büyük hatalarımdan biri olduğunu düşünüyorum onun açısından.
Sence şimdi nasıl başediyor peki?
Beş yaş doğum günü hazırlıkları döneminde babasına gidip “Annemden özür dilersen onun kalbi tamir olacak” diye anlatmış. Beklentisi yeniden birleşmemiz değil, ama aradaki kalp kırıklığının tamir edilmesi. Umuyorum bundan sonra her şey hepimiz için daha iyi olacak. Tüm bunları görebilmek ve konuşabilmek çok güzel.
Türkiyede “single mom” olmamın güzel ve zor yanları neler olabilir sence?
Erkeklerin üzerinde bir etkisi var sanıyorum. “Hey bu kadın yalnız” diye tepemde neonlar mı yanmaya başladı bilmiyorum, beni korkuttular bir dönem açıkçası… Bu “single: olma kısmıydı, “single mom” kısmına geleceğim. Çocuğun bir erkek figürüne ihtiyacı var diye düşünüyorum. İki cinsten doğdugu gibi, iki cinsten de yoğun bir ilişkiye ihtiyacı var bence. Bu dayı gibi birisi de olabilir, ama her şeye tek bir annenin yetmesi, çocuğun gelişimi için sağlıklı, doğru ve yeterli değil bence.
Samir seni en sakinleştiren kuytun; peki kendini tükenmiş hissettiğin dönemler oluyor mu?
Evet, “Samir’e kaçmak” diyorum ben ona… Hemen her gün hissettiğim duygulardan biri bu benim için. En güzel, beraber uyuduğumuzda sakinliyorum. 42 yaşındayım, uzun vademiz için hemen hiçbir şey net değil gibi hissediyorum bazen, barınma geçinme gibi konularda bazen tamamen yalnız hissediyorum kendimi. Bazen bana bir şey olsa Samir’e ne olacak diye kaygılanıyorum. O kadar iki kişilik bir hayat yaşıyoruz ki kimi zaman, bu beni ürkütebiliyor. Kendimi güçsüz hissettiğim zaman çuvallamış hissediyorum kendimi, aynı şey Samir’e de geçmiş gibi hissediyorum. Her annede vardır belki, bende biraz daha yoğun gibi hissediyorum. Kaygılanmayı biraz azaltabilirsem her şey benim için daha kolay olacak biliyorum. Küçüklükten beri her kaygılandığımda kaçabildiğim bir hayali şatom var benim. Yaratıcı yönümü de besleyen fantastik bir diyar diyelim. Samir’den önce oraya kaçabiliyordum kolayca çünkü oraya gidebilen Beyhan da bir hayal, soyut bir varlık ama sonra bir gün anne oldum ve her şey değişti. Samir yani “çocuk” somut bir varlık. Doğumu itibariyle tüm gerçekliğiyle var olan bir canlı. Hayali şatoma götürebilmem mümkün değil benim burada kalmam gerekiyor o yüzden, ikimizin de iyiliği için kaygılanmamı biraz hafifletebilmek istiyorum.
Seninle zaman zaman çocukların ne kadar yaratıcı, mucizevi ve cin fikirli yaratıklar olduğunu konuşuyoruz, hayat boyu çocuk kalabilmek mümkün mü sence?
Mümkün bence. Hatta ayıptır söylemesi benim için kolay olanı bu, ama yetişkin de olabilmek gerek. Misal benim içimde büyümesine izin vermediğim kız çocuğuyla zaman zaman sorunlu bir ilişkim var. İster istemez büyüyoruz hepimiz, büyümek en çok sorumluluk almak demek ve sorumluluk almadığın şey çocukluk zaten. Yetişkin olduğumuzda hepimiz bir şekilde hayatta kalma mücadelesi içinde, birtakım rollere bürünüyoruz, çalışmamız gerekiyor örneğin. Öte yandan, büyümeyen kız çocuğu aynı zamanda yaratıcılığın da kaynağı. Yaratıcılık çocukluğun doğasında var, yetişkinliğe geçerken bu yaratıcılığı yapılandırmanın doğru bir yolunu bulabilmek gerek.
Ebeveynlere neler önerirsin bu konuda? Çocuklarının “yaratıcı” fikirler geliştirebilmesi için nasıl bir ortam yaratmalılar, nasıl bir yaklaşım sergilemeliler?
Oyun oynamaları lazım kesinlikle. Bizim Patafix oyunumuz gibi örneğin, fikir olarak tamamen çocuktan çıkmış ve mümkünse yapılandırılmamış bir oyun çok iyi bir iletişim yolu. Çocukla oyun oynamama hali iletişim kuramama hali demek. Çocukmuş gibi davranarak konuşarak değil, kendi olarak oyunun içinde yer almalı ebeveyn. Çocuk her şeyi, her türlü yapmacıklığı kolaylıkla anlar ve öteki türlü oyundan çok çabuk sıkılır. O yüzden, çocuklarınızla bol bol oyun oynayın diyorum tüm anne babalara…



Yorumlar